15 Temmuz gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri
içerisinde hükümet teşviki ile yerleştirilmiş ve yerleşmelerine göz yumulmuş cemaatçiler
“Darbe” yapmaya çalıştı. Fakat askeri makamları torpil ve kayırma ile kazanmış
bu kişiler beceriksizliklerini tekrardan ortaya serdiler. Çünkü Devletin hiçbir
kademesine kendi emekleri ile gelmemişlerdi…
Peki Laikliğin yılmaz bekçisi
olan Türk Silahlı Kuvvetlerine bu cemaat nasıl sızmıştı?
Bu süreç nasıl 15 Temmuz Darbe Gecesine
kadar sürüklenmişti?
Gülen Terör Örgütünün anavatanı
Amerika’dır. Şeyhleri Fetullah Gülen olan bu cemaat CIA, M16 ve MOSSAD’ın
taşeronluğunu yap
maktaydı. Fethullahçıların Amerikan köpekliği yapma sebepleri
yarım yüzyıl önce Mustafa Kemal önderliğinde toplanan Türk Milliyetçilerinin “Derviş
Vahdeti, Sait Molla, İskilipli Atıf, Dürrizade Abdullah” gibi kan emici
keneleri ezmesinden kaynaklanıyordu. Fetullah Gülen ve Müritlerinin amacı
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milliyetçilerinden intikam almaktı.
Kenan Evren’in 1980 darbesinde
Solcular ve Ülkücülerin üzerinden silindir gibi geçmesiyle birlikte işte o
bahsettiğimiz üçüncü grup olan Radikal İslamcıların önü açıldı. Fetullah Gülen
ve Müritleri diğer tarikat ve cemaatlerin aksine kendilerine daha entelektüel
hava katmaya çalışıyorlar. “Cübbe, sarık, sakal” tercih etmiyorlardı. Fethullahçı
yapılanma yavaş yavaş ülkeyi bir örümcek ağı gibi sarıyordu.
Onlara göre Türk yok, Müslüman
var. Onlara göre ulus yok ümmet var. Onlara göre amaca ulaşıncaya kadar her yol
mübah. Tek düşman var, o da laik Türk Cumhuriyeti.
Fethullahçı yapılanma 28 Şubat
Süreciyle birlikte daha fazla hızlanmaya ve ivme kazanmaya başladı. 28 Şubat’ın
tahrik edici etkisi Radikal İslamcıların işine yaradı. 2002 Yılında AKP’nin başa gelmesiyle birlikte
devlet kadrolarında rahatça kendilerine yer bulan Fethullahçılar intikam almak
için yavaş yavaş hazırlanıyorlardı.
Bakanlıklarda müsteşarlıklar… Üniversitelerde
rektörlükler, dekanlıklar, öğretim görevlileri… Medya ayağında spikerler,
muhabirler, sunucular… Basında köşe yazarları, gazeteciler, gazete sahipleri…
Entelektüel çevrede satın alınan veya sonradan yaratılan sözde aydınlar ve
zenginler.
Kısacası Fetullah Gülen’in
müritlerini Amerika çok güzel hazırlamıştı.
Fakat bu işin legal tarafını
organize ederlerken bir de illegal tarafı hazırlanıyordu.
Telefon dinleme, tehdit, sahte
belge üretimi ve montaj, çarpıtılmış bilgiye yönelik kampanyalar, hırsızlık,
kundakçılık, şantaj amaçlı kadın pazarlama ve görüntü kaydı, her türlü illegal
kayıt kullanımı (böcek, gizli kamera vb.), rüşvet, gasp, darp, bilgisayar
sahtekârlıkları, ev ve işyeri kurşunlama, emniyeti suistimal, “hâkim kiralama”
ve diğerleri...
Gülen Cemaati halkı en iyi etkileyecek
iki yere kanalize olmaya özen gösteriyordu. Birisi Millî Eğitim Bakanlığı bir
tanesi Diyanet İşleri Başkanlığı…
Gülen Cemaati diyanetin içerisine
sokmuş olduğu kendi imamları sayesinde camii vaazlarında kendilerinin sempatik
ve ne kadar iyi bir cemaat oldukları algısını yaratıyordu. Bu sayede Camii
cemaatinde bulunan kişilerin çocuklarını Gülen Cemaatinin yurdun dört bir
yanında açmış olduğu yurtlar, dershaneler, abi ve abla evleri, kolejler ve etüt
merkezlerine gönderilmelerini sağlıyorlardı.
Gülen Cemaati içerisinde yer alan
gençlerin beyinleri yıkıyor ve erken yaşta müritler kazanıyorlardı. Bu gençleri
meslek gruplarına göre bile ayırmayı ihmal etmiyorlardı.
Gülen’in müritleri yavaş yavaş intikam
almaya başlamışlardı. “Devletin gücünü, devleti savunan kişilere karşı”
kullanmaya başlayan Fethullahçılar Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Güçleri
içerisine yerleşiyorlardı. Kendilerine daha rahat yer açabilmek için sahip
oldukları medya unsurlarını devreye sokarak, kendilerinden olan sözde akademisyenleri
ve gazetecileri televizyonlara çıkarıyorlar, köşe yazarlarına yazılar yazdırılıyorlar
ve Türk Silahlı Kuvvetlerini karalama kampanyasına başlıyorlardı. Türk Silahlı
Kuvvetleri içerisinde bulunan Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni savunan Generaller
Ergenekon kumpası içerisinde yargılanırken Deniz Kuvvetleri içerisinde bulunan
Amiraller ve Subaylar ise Balyoz kumpasında yargılanıyordu. Bu dönemde Türkiye
Cumhuriyeti’nin hiyerarşik temellerine saldıranlar ve bu düzende makam
bulabilmek isteyenler soluğu Pensilvanya’da alıyorlardı.
Bu süreçte yalnız kalan ve
yaralanan kurtlara, sırtlanlar durmadan saldırıyorlardı. Bunlardan birisi Kuddusi
Okkır’dı. 'Ergenekon örgütünün finansörü' olmakla suçlandı. Tutuklandı.
Tutukluyken akciğer kanseri olduğu anlaşıldı. Kanseri beyni ve kemiklerine
sıçradı. Okkır delilleri karartabileceği iddiasıyla bir süre daha tutuklu kaldı.
Serbest bırakıldıktan 5 gün sonra vefat etti.
Yarbay Ali Tatar Poyrazköy
davasıyla birleşen amirallere suikast davasından tutuklandı. Adını şüpheliler
listesine koyan gizli tanık ifadesi ve ihbar mektubuydu. 10 gün sonra
avukatının itirazıyla serbest kaldı, serbest kaldıktan iki gün sonra savcılığın
talebiyle yakalama kararı çıkarıldı. Teslim olmaya gideceği günün sabahında
intihar etti. Kaderin Cilvesine bakar mısınız? Cenazesinde Ali Tatar’ın suikast
yapmakla suçlandığı Amiral ’de vardı.
Kâşif Kozinoğlu Özel Kuvvetlerden
Emekli olmuş. MİT mensubuydu. 2011'in mart ayında tutuklandı. Cezaevinde kalp
krizi geçirerek hayatını kaybetti. Kozinoğlu yaklaşık bir hafta sonra hâkim
karşısına çıkacaktı. Kozinoğlu’nun ayak basmadığı bir coğrafya mevcut değildi…
Kozinoğlu Azerbaycan’dan, Kırgızistan’a, Yunanistan’dan Bosna’ya her yerdeydi.
Ama suçu Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılışına göz yummamasıydı.
Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât
Dairesi Başkanı Behçet Oktay Ankara Dikmen’de 25 Şubat 2009’da saat 01.30
sıralarında vurulmuş olarak bulundu. Dosyası “İntihar etti” denilerek
kapatıldı. Kendisi Ülkücü idi. FETÖ’cülerin emniyette tek sızamadığı yer Özel
Harekattı. Çünkü burada Ülkücüler hüküm sürmekte idi. Kurt yuvası sırtlanlara
teslim olmuyordu. O yüzden Behçet Müdürde FETÖ’cüler tarafından şehit edildi.
29 Yaşındaki Üsteğmen Nazlıgül Daştanoğlu
orduya sızan FETÖ mensupları tarafından “ahlaksızlık” iftirasıyla Türk Hava
Kuvvetlerinden ihraç edildikten sonra şüpheli biçimde canına kıymıştı. FETÖ’cüler
hedeflerine varmak için ahlaksızlıklarına ara vermeden devam ediyorlardı.
Murat Özenalp Deniz Kuvvetlerinde
Albay rütbesinde görev yapıyordu. FETÖ’cü hakimler tarafından Türkiye’yi bölmekle
suçlanırken “Türk Milletinin hak ve menfaatlerini canı pahasına korumaya ant içmiş
bir askerim suçlamanızı kabul etmiyorum” dedi. 16 yıl hapse mahkûm edildi. İçeride
FETÖ’cüler tarafından şehit edildi.
Albay Birol Atakan, Emekli Albay
Belgütay Varımlı, Yüzbaşı Olgun Ural, Yarbay Nursal Gedik, Albay Berk Erden,
Albay Abdulkerim Kırca, Albay Tarık Akça, Yüzbaşı Doğan İlhan, Tuğamiral Cem
Aziz Çakmak ve nice vatansever FETÖ’cüler tarafından şehit edilerek, halkın
gözünde itibarsızlaştırdılar.
Bu süreçte AKP vekilleri,
bakanları, il ve ilçe başkanları FETÖ’nün şakşakçılığını yaparak, Cemaat
devlete sızmış buna kargalar bile güler diyorlardı. Eline mikrofonu kapan “Ağabeyine,
Hocasına, Üstadına” selam çakmayı ihmal etmiyordu.
Süreç bu şekilde kumpaslar, karalama
kampanyaları ve yargısız infaz şeklinde devam ederken Çözüm Süreçleri, Oslo’lar,
Habur Rezaletleri de öbür taraftan devam ediyordu.
Fakat gün geldi çıkar çatışması
başladı. Erdoğan’ın ilk kıvılcımı ateşlemesiyle FETÖ’cülerden yanıt gecikmedi.
2012 Şubat ayında Hakan Fidan’ı “PKK ile Görüşmelerinden” ötürü ifadeye çağıran
FETÖ’cüler kozlarını paylaşmayı seçiyordu. Kendilerine güvenleri yerindeydi. Çünkü
o kadar iyi yerlere sızmışlar ve öyle büyük bir gücün sahibi olmuşlardı ki,
kendilerini haşa Allah zannediyorlardı. Oysa ifadeye çağırdıkları Hakan Fidan’ın
MİT Müsteşarı olması için Fetullah Gülen, Hüseyin Gülerce’yi Abdullah Gül’ün
yanına göndermişti. Kâşif Kozinoğlu’nun iddiaları bu yönde. Hatta Kozinoğlu şu
konuya da değiniyor. “Hakan Fidan’ın oğlu ABD'de, Fetullah Gülen’in himayesinde
üniversitede okumaktadır. Aynı babası gibi (H. FİDAN gibi). (Üniversitenin adı
Maryland, Fetullah Gülen’in ikamet ettiği yerde.)”
İşte saf tutma sırası yavaş yavaş
başlıyordu. Hakan Fidan tarafını belli etmişti. Erdoğan MİT olayının üzerine
hemen Dershanelerin kapatılması gerekliliğini savunarak bu konuda adım atmaya
başladı. Bu süreçte Mehmet Baransu’nun “FETÖ’yü bitirme operasyonlarına 2004 MGK
kararında başlandığını” iddia etmesiyle birlikte FETÖ’cüler ile savaş iyice
kesinleşti. Hükümet kanadından yalanlama gelse de bu karar FETÖ’cüleri ikna
etmeye yetmedi. Tayyip Erdoğan ise bu dershanelerin kapatılması konusundaki
kararlılığını yinelerken FETÖ’cüler 17/25 Aralık Operasyonlarına başladılar. 3 Bakan’ın ve Reza Zarrab’ın içerisinde olduğu
80 kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Türk Siyasi Tarihine ayakkabı kutuları diye
geçen bu olayda yaşanan yolsuzluklar ve ortada dönen kara para deşifre edildi.
Fakat Hükümet ve FETÖ arasında süren
savaş bitmedi. Bu olayların arkasından “HSK Gerilimi ve 25 Aralık Operasyon Girişimi,
Fethullah Gülen'in Mektubu, Darbe İddiası ve Yeni Operasyon Girişimleri, MİT
Tırları, Emniyet ve HSK'de Değişiklikleri, ÖYM'lerin kaldırılması, İnternet ve
MİT Yasasında Değişiklikler ve Yargıç ve Savcıların Meslekten İhracı” olayları
yaşanarak 15 Temmuz gününe gelindi…
15 Temmuz’da Amerika’nın, İngiltere’nin
ve İsrail’in gayr-i meşru çocuğu olan FETÖ’cüler darbe yapmaya çalışırken Ordu
içerisinde hala duran ve her ne pahasına olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti’ni
savunacak Ülkücü, Atatürkçü, Ulusalcı subaylar darbecilerle çatışmaya başladı. Türlü
kahpeliğe ve ihanete rağmen direnen Türk Ordusu ve Türk Polisi hainlere geçit
vermedi.
Gülen Cemaati bugün için belki
“öldü” ama bilmeliyiz ki Cemaatlerin elinde sömürülecek bir ton insan eğitimsizlikten
dolayı Cemaatlerin kapılarında kul oluyorlar. Dürüstçe çalışıp ter dökerek
kazanıp, haysiyetiyle alnı açık, başı dik gezmek yerine herhangi bir kanatlı
hayvan gibi havalarda uçmanın hayaliyle eteğine yapışacak mürşit arayan bunca
miskinin bulunduğu yerde, “the Cemaat” gider, “another Cemaat” gelir. Gülen
gider, yerine başka bir soytarı mehdiliğe soyunur. Şeyhlerin âlimlerden daha
itibarlı ve sözü geçer olduğu bir memlekette, okuyandan çok “zikir” çekenin,
düşünüp sorandan çok “rabıta” edenin rağbet gördüğü bir cemiyette ne “Cemaat”
biter, ne “Mehdi” biter.
Eğitim politikası uzmanı Prof.
Dr. Esergül Balcı'nın hazırladığı rapora göre,
- Türkiye'de 2,6 milyondan fazla
kişinin bir tarikat ya da cemaatle organik bağı bulunuyor.
- Bir tarikat ya da cemaatin
mensubu olduğunu ifade edenlerin yüzde 9'u, "ılımlı İslam" tabirini
reddediyor ve İslam'ın özünün cihat olduğuna inanıyor.
- Türkiye'de belli başlı 30
tarikat ve onlara bağlı 400 kol bulunuyor. Sadece İstanbul'da açıktan faaliyet
yürüten tekke sayısı 445.
- Siirt, Diyarbakır, Mardin,
Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve
Şanlıurfa'da ise cemaat ve tarikatlara ait 800'ün üzerinde faal medrese
bulunuyor.
- İstanbul'da "apartman medresesi" olarak kullanılan yer sayısının bilinmiyor.
- Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde
Kuran kursları artık dernek çatısı altında faaliyet sürdürüyor.
- Millî Eğitim Bakanlığına göre,
Türkiye'de 10 bin 53 özel öğretim kurumu bulunuyor. Bu kurumların üçte biri bir
tarikat ya da cemaat ile bağlantılı.
- Tarikat ve cemaatlerle bağı
olan okullarda öğrenim gören öğrenci sayısı 210 binin üzerinde.
- Tarikat ve cemaatlere ait özel
okullarda okuyan öğrenciler için devlet 898 milyon 800 bin lira ödedi.
- Türkiye'deki 4 binin üzerindeki
özel öğrenci yurdunun 2 bin 480'i de bir tarikat ya da cemaat ile bağlantılı.
Ulu Önder’in sözünü kulağımıza küpe
etmeliyiz.
“Arkadaşlar, efendiler ve ey
millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler,
meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır”
Süper bi yazı olmuş ellerinize sağlık
YanıtlaSilElinize sağlık süper olmuş
YanıtlaSilElinize sağlık çok güzel bir şekilde ifade etmişsiniz.
YanıtlaSil