Emile Durkheim'ın sosyolojik araştırmalarında belirgin bir şekilde vurguladığı nokta, modern toplumların karşılaştığı ahlaki sorunların, toplumsal sorunların temelini oluşturduğudur. Ona göre, modern toplumların bunalımı, temelde ahlaki bir bunalımdır. Günümüz dünyasında ve özellikle Türkiye'de yaşanan ekonomik sıkıntılar, adeta bir ahlaki çöküş sürecine işaret etmektedir. Bu çöküş, yalnızca maddi değil, aynı zamanda manevi anlamda da toplumu etkilemeye başlamıştır.
Millet olarak, ekonominin kötüleşmesiyle birlikte, toplumsal normları ve ahlaki etik kurallarını göz ardı ederek, para için her yolu meşru gören bir anlayışa kaymış durumdayız. Bu kayış, katile sebep arama, dolandırıcılara kılıf bulma, torpilin adını referans olarak kullanma, yalanı beyaz gösterme gibi olumsuz davranışları beraberinde getirmiştir. Bu davranışlar, toplumun ahlaki değerlerinin erozyona uğradığını ve çöküş sürecinde olduğunu gösteren belirgin işaretlerdir. Kimseyi suçlamaya gerek yok, bu duruma kendimiz sebep olduk.
Her gün medyada karşılaştığımız kötü haberler, toplumun ahlaki olarak çöktüğüne dair birer tanıklık niteliği taşır. Rahmetli 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, "Enflasyon devletleri yıkan bir olaydır. Milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı da değildir. Ahlakı bozar." sözü, günümüzdeki ahlaki bozulma ile birleşerek, "Hırsızlık, liyakatsizlik, şiddet, ölüm, dolandırıcılık" gibi olayların zirve yaptığını görmemize paralel bir anlam taşımaktadır. Bu bağlamda, toplumun karşılaştığı ahlaki çöküşle ilgili bir diğer önemli unsur da bu olumsuz durumların meydana gelmesine neden olan hukuk sisteminin zayıflığıdır. Bu nedenle, toplumsal değerlere, etik kurallara ve hukukun gücüne vurgu yaparak, bu sorunların üstesinden gelmek adına kolektif bir çaba sarf etme zamanının geldiğini düşünmekteyim. Toplum olarak, birbirimize destek olmalı, hoşgörüyü ve saygıyı yeniden inşa etmeli ve ahlaki değerlere olan bağlılığımızı güçlendirmeliyiz. Ancak bu şekilde, modern toplumların karşılaştığı ahlaki bunalımları aşabilir ve toplumsal refahı yeniden inşa edebiliriz.
Geçtiğimiz gün, Diyarbakır Ulu Cami'nin bahçesinde halka din ile ilgili bilgi veren, Ramazan Hoca lakaplı Ramazan Pişkin'in trajik bir şekilde öldürülmesi, toplumumuzun içinde bulunduğu hassas durumu bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Önceki iki ay içinde Ehli Sünnet olarak nitelendirilen cemaat veya tarikatlardan gelen tehditler, aslında toplum içindeki kutuplaşmanın ve hoşgörüsüzlüğün boyutlarını gösterir nitelikteydi. Bu durum, sadece fikir ayrılıklarının değil, aynı zamanda bu fikirleri açıklayan bireylerin yaşamlarının dahi tehlikeye atıldığı bir ortamın yansımasıydı. Ramazan Hoca'nın ölümü, onun fikirlerine katılmayanların tarafından bile üzüntüyle karşılandı. Öncelikle, fikirlerimiz ne olursa olsun, bu tür olayların kabul edilemez olduğunu anlamak önemlidir. Toplumsal çeşitliliğe saygı göstermek, bir toplumun sağlıklı bir şekilde var olabilmesi için temel bir unsur olmalıdır. Ancak, bugün yaşadığımız toplumda, farklı görüşlere sahip bireyler arasındaki diyalog giderek zayıflıyor ve bu durum, toplumsal bütünlüğümüzü tehdit eden bir faktör haline geliyor.
Bu trajik olayın ardından, bir başka vahim olay daha yaşandı. Bir taksici, müşterisi tarafından üç kurşunla öldürüldü. Gasp için gerçekleştirilen bu saldırı, sadece bireysel bir suç değil, aynı zamanda toplumun genel huzurunu ve güvenliğini sarsan bir olaydır. Toplumu etkileyen temel hizmet alanlarını düşündüğümüzde, sağlık, emniyet, gıda ve ulaşım hizmetleri bu kategoride öne çıkar. Bu hizmetlere yönelik saldırılar, toplumda güvensizlik duygusunu arttırarak, sosyal dokuyu zayıflatır. Türkiye'de, emniyetle çatışan uyuşturucu satıcıları, doktorlara saldıran hasta yakınları, marketlerden hırsızlık yapanlar ve ulaşım hizmeti sağlayan kişileri öldürenler gibi olaylar arttıkça, İbn-i Haldun'un Mukaddimesinin yıkılış evresine girildiğini düşünmek kaçınılmazdır.
Bu, toplumsal değerlerin erozyona uğradığı, ahlaki çöküşün yaşandığı ve temel hizmet alanlarına karşı saygısızlığın arttığı bir döneme giriş yapmış bulunmaktayız. Bu noktada, toplum olarak bir araya gelerek, hoşgörü, diyalog ve empati temelinde birbirimize destek olma zamanıdır. Farklı düşüncelere sahip bireylerin varlığı, bir toplumun zenginliğidir ve bu zenginlik, ancak karşılıklı anlayışla sürdürülebilir. Unutmamalıyız ki, toplumsal çatışmaların ve ahlaki erozyonun engellenmesi, sadece bireysel düzeyde değil, aynı zamanda toplumsal düzeyde de bir çaba gerektirir.
Şu an bir aksiyonel devirde yaşıyoruz; kendimize, kültürümüze, coğrafyamıza yeterince değer vermediğimiz bir dönem. Kendi değerlerimizi, kendi büyüklerimizi yeterli bulmuyoruz. Bu, genellikle dış kaynaklı mukayeselerle ve genellikle de gerçekliği yansıtmayan standartlarla dolu bir kafa yapısı oluşturmuş durumda. Dede'yi Wagner olmadığı için, Yunus'u Verlaine, Bâkî'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için kendi değerlerimizi yeterli bulmuyoruz. Oysa ki Uçsuz bucaksız Anadolu, birçok zenginliği barındırıyor. Ancak bu zenginliklere rağmen, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olmamıza rağmen, içsel olarak çırçıplak yaşıyoruz. Coğrafya ve kültür bize bu büyük mirası sunarken, kendimizi bu mirası daha iyi anlamak ve kullanmak için yetkin kılmak adına çaba göstermiyoruz. Başka milletlerin deneyimlerini taklit etmek yerine, kendi misyonlarımızın farkında olmalı ve bu misyonları yerine getirmek adına çaba sarf etmeliyiz. Günümüzde, hala tarihimizin büyüklüğünün, kültürümüzün zenginliğinin farkında değiliz. Kendi ahlaki normlarımızı, kendi milli değerlerimizi anlamak ve yaşamak yerine, başka milletlerin normlarına yönelmeye çalışıyoruz. Bu durum, içimizdeki potansiyel enerjiyi ve birliği zayıflatıyor. Bugün, başka bir milletin ahlaki normlarına ihtiyacımız olmadığını anlamamız gerekiyor. Birbirimizi sevme ve anlama yeteneğimizi kaybettiğimizde, içsel fitnelere düşersek, sadece kendimizin değil, bütün milletin selası okunur. Bu sebeple, önümüzdeki sorunları aşmak ve güçlenmek adına birbirimize destek olmalı, içsel bir birliği yeniden kurmalıyız. Üstesinden geleceğimiz sorunları, birbirimizin desteği ve anlayışıyla aşabiliriz. Bu, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Kendi değerlerimize, kültürümüze ve mirasımıza sahip çıkarak, gelecek nesillere daha güçlü bir miras bırakabiliriz.
Gayet açıklayıcı ve faydalı bir yazı olmuş, yazan arkadaşı tebrik ediyorum.
YanıtlaSil