Müslüman Dünyası olarak Türk Milletinin 3 kıta üzerinde hükümranlığının sona ermesinin ardından bizleri kurtaracak olan hayali karakterleri beklemeye başladık. Alman ağır sanayisini, ABD’nin süper gücünü, İngiltere’nin komplolarını, İsrail’in sermayesini, Rusların gaddarlığını yok edecek ya bir Ebabil ya da bir Mehdi bekliyoruz. Oysa bu beklenilenler Müslümanların tembelliğinin göstergesidir. Çünkü Cenab-ı Hak her varlığın üzerinde olan insana akıl ve irade verdi. Haçlılar bu kadar gelişirken, Müslümanların her geçen gün geri gittiği günde ne Mehdi gelir ne de Ebabil.
Haçlılar 1096 yılından itibaren Papa Urban’ın talimatlarıyla başlayan Müslümandan intikam alma hırsını 2023 yılında bile sürdürüyorlar. Kutsal olarak gördükleri topraklar için ellerinden gelen komploları düzenliyorlar, soykırımları yapıyorlar ve Batı medeniyetini buna seyirci bırakıyorlar. Fakat sadece sözde Batı Medeniyetini değil. İslam alemi de yapılanlara tepkisiz ve seyirci kalıyor. Osmanlı Devleti’nin gücünü kaybetmeye başladığı II. Viyana seferinden sonra dünyada yeni bir egemen bir güç hâkim olmaya başlamıştı.
Bu egemen güç İngilizlerdi. İngilizler Osmanlı’nın I. Cihan harbi sırasında Türk Evlatlarının kanını akıttığı Ortadoğu ve Arap Yarımadası topraklarında Arapları galeyana getirerek Osmanlı’ya karşı kışkırttı. Zaten Peygamberin dahi fayda etmediği bu enteresan millet, Osmanlı’nın onları 400 yıl boyunca koruduğunu, kutsal saydığını, vergi dahil almadığını unutmayı seçerek Osmanlı’ya yani Türk Milletine saldırdı. Sonucunda ise İngilizlerin çizimlerini yaptığı bayrakları kendilerine Milli Bayrak yaparak İngilizlere bağlandılar. Bunlardan bir tanesi de Filistin oldu. Filistin hiçbir zaman bağımsız olmadı İngiltere bölgeden ayrılana kadar İngilizlerin sömürgesinde yaşamaya başladı. Bir devlet düşünün ki; Osmanlı’dan koparak bağımsız olmak için Türk Milletine saldırıyor neticesinde ise İngiliz sömürgesine giriyor…
1917 yılında Filistin İngilizler bölgeden ayrılıncaya kadar İngiltere bayrağı altında yaşadı. İngilizler bölgeden çekildiğinde ise bugüne dek sürecek olan Filistin-İsrail savaşı başlamış oldu. İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Arafat ve El-Fetih ise Filistin’de destek bularak iki tarafın mücadelesi fiilen hem masada hem sahada vuku buldu. İsrail ilk olarak Arap İttifakını 1967 yılında karşısında gördü. Ürdün, Mısır ve Suriye ittifakı İsrail’e savaş açtı. Fakat İsrail 6 gün içerisinde Ortadoğu’da söz sahibi bu 3 ülkeyi yenerek, topraklarının bir kısmını işgal etti. İsrail’in bu mücadeleyi kazanmaktan başka çaresi yoktu.
Çünkü 1964 yılında İsrail, ulusal su yolu projesi için Ürdün Nehri'nden su almaya başladı. Ertesi yıl ise Arap devletleri, Ürdün Nehri'nden gelen suyun İsrail'e akmamasına yol açacak planlarını devreye soktular. Bu plan İsrail'in ulusal su yolu kaynaklarını %35, ülkenin toplam su kaynağını ise %11 azaltacaktı. İsrail Savunma Kuvvetleri Suriye'de inşa halinde olan baraj tesislerine Mart, Mayıs ve Ağustos 1965'te saldırılarda bulundu. Bu saldırılar Suriye-İsrail arasında savaşa dek süren uzun sınır çatışmalarına yol açtı. Ayrıca Ürdün’ün Filistin Kurtuluş Örgütüne destek vermesi, İsrail’in El-Samu’da askerinin öldürülmesi Shredder operasyonunu yapmasına neden oldu ve tüm bu olayların toplamında çıkan savaşta İsrail yine Haçlı İttifakından yardım alarak, savaşın kazananı oldu. Hatta 1950 yılından itibaren Türkiye ile olan iletişimi çok fazla arttıran İsrail’in Türkiye ile birlikte Suriye’ye saldırarak topraklarını paylaşma planları da Menderes tarafından uygun bulunmuş fakat TSK’nın olaya karşı çıkması ve ardından 60 İhtilali bu planı askıya almıştı.
İsrail tüm bu olaylardan sonra bu sefer Uluslararası Kamuoyu oluşturmak için fırsat kollamaya başlamıştı. 1972 yılında Almanya Münih’te Yaz Olimpiyatları düzenleniyordu. Münih’te 4 Eylül'ü 5 Eylül'e bağlayan gece, saat 04.30 sularında İsrail Olimpiyat takımının konakladığı daireye silahlı militanlarca baskın düzenlendi. Saldırganların talebi, İsrail hapishanelerinde tutulan 234 tutuklunun ve Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu grubuna ait iki tutuklunun salıverilmesi idi. Tabii tüm bu olaylar Medyaya anında düşmüş “FİLİSTİNLİ TERÖRİSTLER” diye ortaya çıkıvermişti. Olayın neticesinde on bir İsrailli sporcu ve antrenör, bir Alman polisi ve beş saldırgan öldü. Bu olay sonrasında Filistin’de bağımsızlık arayan insanlar terörist konumuna girmişti.
Bu olayı yapan grup Yaser Arafat’a tavır alan El-Fetih grubu içerisinde yer alan kendilerine Kara Eylül ismini koyan bir gruptu. Yani haklı bir mücadele yine yanlış stratejiler ile kötü bir duruma bürünmüştü. Ne ilginç 11 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın gidip İsrail vatandaşlarını öldürmesine benziyor. Anlayacağınız MOSSAD yine işin içerisinde…
Bu olayın ardından MOSSAD Avrupa’nın dört bir yanına yayılmış bu olayın müsebbiplerini öldürmeye başladı. Fakat birçok teorisyen bu olayın MOSSAD tarafından kamuoyu toplayabilmek amacıyla bilerek yapıldığına dair önemli kanıtlar sundular. Fakat kimin umurunda? Haçlı İttifakı yine birbirini tutuyor, Yahudi sermayesi büyük devletlerin içerisinde çarklarını döndürüyordu. İsrail Siyonizm’i gün geçtikçe güçlü sermaye ile anlam kazanıyor, Avrupa’da olumlu karşılanıyordu.
Seferadlar, Eşkenaziler, Mizrahiler ve Falaşalar ülkelerine dönüyordu. Fakat Eşkenaziler ülkenin yönetiminde söz sahibiydi. Çünkü Avrupa’dan İsrail’e göç etmişlerdi. Bu yüzden Avrupa’daki bağları çok sıkı ve Avrupa sermayesi üzerinde söz sahibi idiler. Seferadlar ise İspanyol Yahudi’si idi. Fakat yakın bağlılıkları Türklere karşı bulunuyordu. Çünkü Sultan II. Bayezid döneminde zulümden kurtarılmış, Selanik’e yerleştirilmişlerdi. Bu yüzden Türklere karşı aidiyet duygusu taşıyorlardı. Bunun kanıtı sözde Ermeni Soykırımının son 15 senede Dünyada Kamuoyu yaratmasıdır. Çünkü Seferad Yahudileri lobi kurarak buna izin vermiyorlardı. Fakat Türkiye’nin 2000 yılından sonra İhvancı bir anlayış gütmesi bu zümrenin de Türkiye’den uzaklaşmasına neden oldu.
Konumuza tekrardan dönecek olursak İsrail, Arafat’ın ve El Fetih’in politikalarından Filistin’in Kamuoyunda bağımsız olarak tanınmasından rahatsız olmuştu. Bu yüzden Hamas’ı fonlamaya başlamıştı.
Örnek olarak Feyzi İşbaran Hamas konusunda şunu aktarıyor.
Netanyahu’nun daveti üzerine İsrail’e gittik. Merhum Mesut Yılmaz’ın 3. Başbakanlık dönemiydi, Netanyahu da 1 yıllık Başbakandı İlk gün resmi görüşmeler yapıldı, görüşmelerin içeriği boştu, iş birliği, iyi niyet vs. Toplantıdan sonra Ramallah’a geçtik, merhum Yaser Arafat’la görüştük, görüşmede Mahmud Abbas da vardı.
Yaser Arafat: İsrail’in Gazze’yi Filistin’e iade ettiğini ama bölgenin perişan olduğunu anlattı. Yaser Arafat, İsrail Amerika, Avrupa ve Türkiye’nin bize gönderdiği yardım paralarını ödemeyi durdurduğunu, geciktirdiğini anlattı. (Yardımlar, İsrail’de açılan banka hesabına yatırılıyor)
Netanyahu Yaser Arafat’la görüşmemizi merak etmiş olsa gerek, Mesut Yılmaz’ı evine yemeğe davet etti. Netanyahu’nun evine yemeğe gittik Mesut Yılmaz yemekte, Yaser Arafat’ın sıkıntılarını anlattı ve izin verirseniz Gazze’nin alt yapı ve konut sorununa Türkiye olarak yardımcı olmak istiyoruz dedi.
Netanyahu: Yardım paralarının ödenmesinde sorun var mı bilmiyorum? Konuşacağım ama Hamas’ın da bankalarda yardım hesabı var, biz onlara da yardım ediyoruz, siz de yardımda bulunabilirsiniz.
Mesut Yılmaz: Bizim Amerika, Avrupa ülkeleri gibi Türkiye olarak muhatabımız Filistin Devleti ve Yaser Arafat yönetimidir, örgütlere yardım edemeyiz.
Netanyahu: Sizden önceki Başbakan (Necmettin Erbakan) ve partisi Hamas’la görüşüyor, bir sorun olmuyor.
Mesut Yılmaz: Sayın Erbakan ve partisi devlet adına görüşmüyor, parti olarak görüşüyorlar. Bizim devlet politikamız yıllardır hiç değişmedi, Filistin Devletini ve Yaser Arafat yönetimini resmi olarak tanıyoruz ve görüşüyoruz. Bunun dışında Türkiye’de her partinin Filistin’deki örgütlerle ilgili görüşleri vardır.
Netanyahu, ısrarla Hamas ile temas kurmamızı istedi, Mesut Yılmaz reddetti. Ertesi gün İsrail Cumhurbaşkanı Weizman, Başbakan Mesut Yılmaz’ı evine kahvaltıya davet etti.
Cumhurbaşkanı Weizman, Netanyahu’yu barış sürecini baltalamakla suçladı.
Mesut Yılmaz Cumhurbaşkanı Weizman’a gülerek: ‘‘Ben buraya, İsrail Cumhurbaşkanı ile Başbakanı arasındaki sorunu gidermek için arabuluculuk yapmaya gelmedim. Ben Ortadoğu barışına katkıda bulunmaya geldim” deyince Cumhurbaşkanı Weizman da kahkaha attı.
Bu görüşmeler Dışişleri Bakanlığında yer alıyor. Buradan anlayacağımız gibi Netanyahu, Arafat’ın ve El-Fetih’in politik anlamda ivme kazanmasından rahatsız olduğu için taşeron örgüt Hamas’ı ortaya çıkararak fonlamaya başladı. İsrail iç ve dış politikada her dara düştüğü zaman Hamas iki bomba atarak, İsrailli sivilleri öldürdüğünde İsrail halkını yeniden bir araya getirdi. Haçlı oyunlarına baktığımızda menfaatlerine zarar verecek liderler gördükleri an o ülkedeki lideri kamuoyu oluşturarak diktatör ilan ediyorlar, sonrasında “hak, hukuk, demokrasi” diyerek o ülkeyi karıştırmaya başlıyorlar. Irak, Suriye, Libya, Yemen, Tunus vb. sonrasında İslam dünyası neden tek bir vücut olamıyor? Olamaz elbette… Eğitimsizlikte, liyakatsizlikte, adaletsizlikte, yolsuzlukta ilk sıralarda yer alan ülkeler asla tek bir vücut halinde olamaz. Bugün Gazze’de yaşananlar bir soykırım, fakat kimin umurunda?
Arap ülkelerinin kurtuluşu ancak Arap Milliyetçiliğinden geçer ve Osmanlı’dan kurtardıklarını sandıkları Haçlılardan kendilerini kurtarmaya bağlıdır. Cemal Abdülnasır bir milliyetçi idi. Kendisi de Araplar için bir Atatürk olabilirdi. Fakat Radikal İslamcılar yüzünden olamadı. Arap milliyetçileri, laik devlete, eşitsizliklerin azaltıldığı sosyal topluma inanıyorlardı. Yani klasik bir İslam toplumundan ise bir sanayi toplumu hüviyetine, modern toplum hüviyetine varmak istiyorlardı. Bu sebeple, Körfez Krallıkları Nasır'ın temsil ettiği modernist Arap dünyasını sevmezler.
Mesela Nasır şu an yaşıyor olsaydı bu katliam olmazdı. Çünkü sonuç mağlubiyet de olsa Nasır'ın Mısır'ı asla Filistin'i bu kadar yalnız bırakmazdı. Fakat bugün Araplar Filistin olayında üç maymunu oynuyor. Çocukları paramparça eden, bir babanın evladını yerden toparladığı bir zulme, bir insan asla alkış tutamaz. Meşrulaştıramaz.
Bizim milletin anlamadığı şey, Türk devletinin yetki alanı olmayan yerde, Türkleri ölüme sürüklememek, zulme sessiz kalmak değildir. Ziya Gökalp, Türk devletinin İslam dünyasına olan sorumluluğunu bize bildirmiştir. Fakat bu askeri, siyasi sorumluluk değildir. Gökalp, sömürge durumundaki toplumlarda milliyetçiliği yaymaya yardımcı olmamızı, milliyetçiliğin sömürülen ulusları kurtaracağını söylüyordu.
Yani, Arap dünyasında İslamcılığı, Müslüman Kardeşleri Arap Bahar’ında kimler destekledi anlamak gerek. Gökalp, kurtuluş milliyetçilik derken ABD İslamcıları her tarafta destekledi. Sebebi elbette ulusların uyumasını sağlamaktı. Fakat Araplar bunu başaramadı.
Bugün Türkiye’nin ise İsrail olayında “diplomasi” masasını kurması şart. İhvancı zihniyetin Türkiye’ye ve İslam dünyasına olan zararı ortada. Amerika’nın, İngiltere’nin Akdeniz’e gemi göndermesi. Almanya ile Fransa’nın tek vücut halinde İsrail’i savunması sadece Filistin’e karşı gözdağı değil. İran ve Türkiye’ye bir uyarıdır.
12 Ekim günü Ürdün’den kalkan ABD F-16 savaş uçağı Suriye’de Türk Sihasını düşürdü. O yüzden Mehmetçik Gazze’ye demek insanları gazlamaktan başka bir şey doğurmaz. Türk Evladı Zeytin Dağı’na tekrardan kanını akıtmayacak!
Bunun çözümü Hamas gibi silahla değil diplomasi masasıyla çözülebilir! Amerika’nın Gerald R. Ford isimli uçak gemisi şu anda Türkiye’nin Mavi Vatan dediği deniz sularının içerisinde Yunanistan’ın savunduğu Seville Kara Sularına göre Türk Sondaj gemisi Abdülhamid’in tam karşısında demirledi. Bu bile bir uyarı niteliğindedir. Türkiye’nin Mavi Vatan doktrinine tehdit, Yunanistan’a ise açıktan bir destektir.
Akdeniz’de Haçlı varlığı Türkiye’nin Suriye sınırlarında operasyon düzenlenmesine karşı uyarı niteliğindedir. Türkiye bugün içerisinde 15 milyon küsür Mülteci ve Sığınmacı ile çok büyük iç savaş tehdidi içerisindedir. Canan derken Candan olmamak lazım ve tehlikelerin farkına varmak önem arz etmektedir.
Çünkü Türkiye bugün sadece Filistin’in umudu değil… 300
milyonluk Türk Birliğinin ve tüm İslam Aleminin umududur. Bu umudun güçlü
olabilmesi için diplomasi masasını kullanması ve etrafında yapılmak istenen olaylara önlem alarak, Türkiye’nin bölünme veya istikrarsızlaştırılma ihtimaline karşı
koyması şarttır.
Yorumlar
Yorum Gönder