Birinci Cihan Harbi, İttihatçıların hayallerindeki gibi
geçmiyordu. Osmanlı’nın her cephede sefalet, kan ve gözyaşı içerisinde yenilgisi,
Anadolu Toprakları ve İstanbul üzerine kara bulutların gelmesinin bir habercisi
idi. Mustafa Kemal Paşa o çok medet umduğumuz Araplara karşı Halep’te meskûn
mahal savaşı verirken Mondros Mütarekesi imzalanarak Osmanlı teslimiyetini ilan
etti. İttihat ve Terakki yönetimi son bularak yerine işbirlikçi Damat Ferit
hükümeti getirilmiş, tahta ise kukla Vahdettin çıkarılmıştı. Enver, Cemal ve Talat
olmak üzere İttihatçılar yurtdışına gidiyordu. Mustafa Kemal bu kara haberi Halep’te
almıştı. Kendisine ordunun silah bırakması gerektiği gerekliliği bildirilmiş, Antakya’ya
ayak basacak İşgal kuvvetlerine mâni olunmaması iletilmişti. Mustafa Kemal Paşa
ise buna izin vermeyeceğini Antakya’ya ayak basan işgal kuvvetlerine direniş göstereceğini
söylemesi üzerine, görevinden alınarak İstanbul’a çağrıldı. İstanbul’da memleketin
düşmandan nasıl temizleyeceğini düşünerek Millî Mücadele’nin ilk planlarını
oluşturmaya başladı. O sırada yurdun dört bir yanı işgal ediliyor. Alparslan
Komutasında Anadolu’ya giren Türklerin serüvenine son verilmek isteniyordu. İlk
yerel direnişler başlamıştı. İşgal kuvvetleri, direnişlerin son bulmasını aksi
takdirde, her yerin işgal edileceğini ilan etti. Mustafa Kemal Paşa saraya
çağırılarak Padişah Vahdettin tarafından Hristiyan ahaliyi korumak ve işgal
kuvvetlerine direnen Türk ahaliyi bastırmak üzere 9. Ordu Müfettişi olarak
göreve gönderildi. Mustafa Kemal Bandırma Vapuru ile Samsun’a ayak basmadan 1
sene önce gazeteci Ruşen Eşref’e verdiği bir fotoğrafının üstüne şu yazıyı
yazmıştı. ''Her şeye rağmen, muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu
imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki sonsuz sevgim
değil, bugünün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan
hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik görmemdir.''
İşte Mustafa Kemal Samsun’a ayak bastığında direnişi bastırmak
yerine canından, kanından çok sevdiği milletinin bağımsızlık savaşının ilk
kıvılcımını yaktı.
Mustafa Kemal Paşa, yurdun dört bir yanına telgraflar yazarak işgale
göz yumulamayacağını, ordunun silah bırakmaması gerektiğini ve yerel direnişlere
başlanması gerektiğini vurguladı. Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisi yurtta büyük
bir yankı uyandırdı. İzzet-i Şerefini kaybettiğini sanan binlerce vatansever Mustafa
Kemal Paşa’nın sesiyle hayat buldu. Tekrardan bir mücadele vaktinin geldiği ama
bu seferki mücadelenin her şeyden daha zor ve çetin olduğu gerçeğini bilerek
yola koyuldular. İstanbul Hükümetine tepki telgrafları çekiliyor. Her şehrin
meydanında mitingler düzenleniyor ve mücadele azmi tekrardan pekiştiriliyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu hareketi İstanbul Hükümetinin onu
İstanbul’a çağırmasına sebep oldu. Mustafa Kemal Paşa ret cevabı verdiğinde
İstanbul Hükümetinin onu görevinden alacağını öğrenerek kendisi istifa etti.
Nutuk’ta o anı şöyle anlatıyor. “Türk milletinin asaletinden doğan yüksek ve
manevî kuvvete, millî kuvvete yani Türk milletine dayandığını ve ona güvenerek
millî gaye için çalışacağını ilân etti. Müfettişlik görevinden ayrılması ve
askerlikten istifası onu, sinesine sığındığı milleti nezdinde daha da yüceltti.
Nitekim gerek askerî makamlar gerekse sivil kuruluşlar kendisine bağlılık
göstererek, Mustafa Kemal Paşayı, bu mücadelenin vazgeçilmez lideri olarak gördüler.
Mustafa Kemal Paşa’nın ve vatanseverlerin hakkında Mustafa Sabri
denilen alçak tarafından fetva verilen Padişah Vahdettin tarafından onaylanan
idam fermanları yurdun dört bir yanına gönderiliyordu. Mustafa Kemal Paşa ise
samimi vatanseverler ile Kongreler, toplantılar düzenleyerek yurdu kurtarmak
için her türlü çareyi arıyordu.
Meclisi Ankara’da toplayarak artık Türk Milletinin iradesinin
Ankara’da temsil edildiğini açıkladı. Türk Ordusunu ise artık daha çetin ve
zorlu mücadeleler bekliyordu. Bin yıldır üzerinde yaşadığımız Anadolu toprağında
Hilal, Haça yenilmesin diye Türklük bitti denilmesin diye Türk Ordusu, ecel ile
gırtlak gırtlağa mücadele ediyordu. İzmir işgal edilmiş, Yunan Ordusu Ankara’ya
yürümek istiyordu. Mustafa İsmet İnönü komutasındaki Türk Ordusu İnönü Muharebelerini
kazanmış ve Türk Ordusunu yüreklendirmişti. Fakat devamında gelen Eskişehir
Kütahya muharebesinde geri çekilmek zorunda kalan Türk Ordusu, Sakarya’nın
doğusuna çekilmişti. Tam bu sırada Meclisteki tüm çatlak sesler hep bir ağızdan
muhalefet kesilmişlerdi. Mustafa Kemal Atatürk tüm yetkinin kendisine
verilmesini isteyerek ordunun başına geçti.
Sakarya Meydan Muharebesi için hazırlıklar sürerken İzmir’in
işgali üzerine İzmir’den ayrılan genç bir Mülazım vardı. Adı Kemal’di! Kemal
babasına söz vermişti. Düşmanı yurttan kovacak ve İzmir’e en önde girecekti!
Sakarya Savaşı tüm şiddetiyle cephede başladı. Mustafa Kemal Paşa
savaş için Melhame’i Kübra yani kanlar gölü tabirini kullanıyordu. Çünkü Türk
Ordusunun tek çıkar yolu düşmanı yenmekti. Yenilmek diye bir kelime yoktu. Ya
Türk Ordusu Zafer Kazanacak Ya da yok olacaktı!
İşte bu sıralarda Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fermanını
imzalayan, Kuvayi Milliye’ye karşı Kuvayı İnzibatiye birliklerini kurarak
Köprülülü Hamdi Beyin şehit edilmesine neden olan, Mustafa Kemal, Mustafa İsmet
ve Mustafa Fevzi için idam fermanları çıkararak iktidara sahip olan Padişah
Vahdettin gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunmasının yanında böyle
bir kader anında sarayında 5. Karısı ile zevk-ü sefa içinde evlenirken Türk
Ordusu çorak Anadolu topraklarını kanları ile suluyordu.
İzmirli Mülazım Kemal ise Sakarya Savaşında süvari bölüğünde bir
yıldırım misali at koşturuyor ve savaşıyordu. Arkadaşları ona çevikliğinden ve
hızından dolayı Yıldırım lakabını takmışlardı. Yıldırım Kemal, 57. Tümen ile
Denizli, Çal, Afyon ve Sakarya Muharebelerine katılarak büyük yararlılıklar
gösterdi. Cesareti ve Yüreği bedeninden ve yaşından çok daha büyüktü. Son girdiği
muharebede yaralanarak Konya’daki hastaneye götürüldü. Sakarya Meydan Muharebesi
kazanılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın ordusu Allah’ın Türk’ten yana olduğunun
bir canlı örneği idi artık. Yıldırım Kemal ise hastanede tedavi gördüğü vakit
Büyük Taarruzun başlayacağını öğrendi. Hastanede duramazdı. Babasına söz
vermişti. İzmir’e atının üstünde ilk o girecekti!
Hiç kimseye danışmadan ve haber vermeden hastaneden ansızın kaçtı.
Yaya olarak 2 saat boyunca yürüdükten sonra Akşehir’in Ardıçlı köyüne varmayı
başardı. Köyün muhtarından bir at temin ederek, Yıldırım Misali Afyon’a doğru
atını sürdü. Cepheye ulaştığında Süvari Birliği Komutanı Fahrettin Paşa’nın bulunduğu
çadıra gitti. Fahrettin Paşa’dan kendisinin en öndeki birliğe tayinini istedi. Fahrettin
Paşa nedenini sorduğunda ise İzmir’e atının üstünde elinde kılıcıyla en önde gireceğine
dair babasına söz verdiğini söyledi.
Fahrettin Paşa, Yıldırım Kemal’in emrine 30 asker vererek Sandıklı’da
bulunan 2. Alay’a tayin etti. Yıldırım Kemal ve emrindeki askerler atlarını
Sandıklı’ya sürdüler. Sandıklı’ya vardıklarında yeni görev tebliğ edildi. Küçükköy’de
bulunan tren istasyonunun ele geçirilmesi!
Yıldırım Kemal ve emrindeki askerler süratle bölgeye vardıklarında,
çatışma başladı. En sonunda göğüs göğüsse mücadele sırasında Yıldırım Kemal,
askerleriyle birlikte kahramanca şehit düştü. Kemal’in şehit olduğu yeri yeni
birlikler ele geçirerek Yunanları bertaraf etmeye başlarlar. Bozguna uğrayan
Yunan birlikleri çekilmeye başlamışlardır bile.
Osmanlı’nın 1683 yılında Viyana önlerinde yenilmesiyle başlayan
gerileme Sakarya’da Mustafa Kemal Paşa ve Türk Ordusu tarafından durdurularak
artık Türk Ordusunun hiçbir yere gitmeyeceği ve karşı atağa geçtiği görülüyordu.
Yunanlar kaçıyordu…
Türk Süvarileri 9 Eylül günü İzmir’e girdiler. Yıldırım Kemal’in
babasının gözleri oğlunu arıyordu. Yıldırım Kemal’in küçüklük fotoğrafını
süvarilere göstererek oğlum Kemal’i gördünüz mü diye soruyordu…
Süvarilerin hepsi Kemal’i tanıyordu ve kimseden çıt çıkmıyordu. Kimse
acı haberi babaya veremiyordu. Tam o sırada bir süvari çıkarak “Baba, ne
soruyorsun? Biz hepimiz Yıldırımız, biz hepimiz Kemal’iz. Onun yerine bizi
kucaklasana!” dedi. Asker olan babası Kemal’in şehit olduğunu anladı. Süvariler
Kemal’in babasına kendi babaları gibi sarıldılar…
İşte böyle zorlu bir süreç sonrasında çağdaş ve medeni bir Türk
Devleti ortaya çıktı. Tarih ise Vahdettin gibi, Damat Ferit gibi, Mustafa Sabri
gibi, İskilipli Atıf gibi hainleri asla unutturmadı. Yüreği Yıldırım Kemal
kadar olamayan, şahsi menfaatleri uğruna vatanı işgalcilere teslim edenlerin
bugün destekleyicileri olabilir. Ama şu hiç unutulmasın! Bu ülkenin Yıldırım Kemal’leri
asla bitmeyecektir!
Yorumlar
Yorum Gönder